Blog

Hayat Kaybettiğin Yerde Başlar, Devam Etmelisiniz

Hayat kaybettiğimiz yerden başlar. Her işimiz yolundayken hayatımızın hengamesinde yaşantımızın farkında olmayız. Nasıl ki hayatımızda önemli bir şeyi kaybederiz, o zaman yaşadığımızı tekrar anlarız.

Doğmakla hayata başlamış oluruz. Kâh sıkıntı, kâh üzüntü derken eleğimizin işi biter ve onu duvara asarız. Yavaş yavaş büyürüz, zamanla kişiliğimiz oluşur. En nihayetinde vefatımızla da beden varlığımız sona erer. Ancak Ahiret hayatımız sonsuza kadar devam eder. Bu deni dünyada kimimiz bir gün, kimimiz yüz sene yaşar. Böylece; bir zaman gelir seviniriz, bir zaman gelir üzülürüz. Ne zaman ki hayatla mücadeleyi bırakırız işte o zaman yenilmişizdir. Bunun yanında bazı insanlar hayata iki sıfır yenik başlıyor. Bu yüzden de bu kimselerin dünyadaki sıkıntıları, çileleri bir türlü bitmez. Ama o kimse sabreder, sebat eder. Elbette bu uzun yolculuğa sapasağlam imanla gitmek önemlidir.

bilgi
Deliorman Duştubak

Hayat Deliorman’da Başladı, İstanbul’da Devam Ediyor

Osmanlı Devleti itaatine güvendiği köklü aileleri fethettiği yeni beldelere yerleştirirdi. Şanlı ceddimizin gayesi savaşarak toprak alıp zengin olmak değildi. Elbette devletin gayesi sadece İslam dinini yaymak ve yaşatmaktı.

bilgi
Razgrad İli Görseli

Fehime hatun ile Mehmet beyin aileleri Osmanlı zamanında Konya’dan Deliorman bölgesine muhacir geldi. Bu iki aile Razgrad ilinin Duştubak köyüne yerleşti ve burada çocukları dünyaya geldi. Bu beldede büyüdüler, okuyup serpilirler. Yaşadıkları yer köydü. Büyüdüklerinde meslekleri de çiftçilik oldu.

Güzel Duştubak köyü yeşillikler içinde Türk pehlivanlarının yetiştiği mümtaz bir beldedir. Pehlivanlar şehri Deliorman’da kimler yetişmemiştir ki;

bilgi
Deliorman Kadınları
  • Koca Yusuf
  • Kurtdereli Mehmet Pehlivan
  • Ahmet Kara
  • Lütfi Ahmedov
  • Osman Durali
  • Karagöz Köylü Hüseyin Pehlivan
  • Razgrad’lı Hasan İsaev

Bu güçlü pehlivanlar Anadolu’dan gelen Müslüman ailenin torunlarıydı. Buraları yurt edindiler, buralarda yaşadılar, çoğaldılar. Mehmet bey ve Fehime hatun Duştubak köyünde hayat sahnesinde rol alıyordu. Bu güzelim yerlerde Osmanlı’nın vatan toprağıydı. Anadolu’dan uzak da olsa bu Anadolu toprağında Fehime hatun ile Mehmet bey yaşları gelince aile olurlar. Böylece zaman içinde iki gencin çocukları olur, zamanla ailesi genişler. Ailenin üç kızı, iki erkek çocukları olur.

bilgi
Deliorman Giysisi

Madem Yaşıyoruz Hem Acı Günler, Hem de Tatlı Günler Olacaktır

Anadolu’nun güzel adetleri Duştubak köyünde de vardır. Nasıl olmasın ki mesafe uzak olsa da burası da Anadolu’nun bir köyüdür. Bu mümtaz belde Plevne gazisi Osman Paşa’nın destan yazdığı Tuna’ya seksen kilometre uzaktaydı.

Bu gün de akşam oldu hava karardı, hatta gece yarısı olmak üzereydi. Mehmet bey köy evinden çıkarak evine gelir. Her akşam köyün erkekleri köy evinde toplanırdı. Muhabbet ortamı kurulur, köylüler gece yarısına kadar konuşurdu.

Bu gecede o gecelerden biriydi. Ancak Mehmet bey eve geldiğinde hâli pek iyi değildi. Mehmet beyin yüzü iyice sararmış, sanki yılların yorgunluğu bir gecede ortaya çıkmıştı. Oysa her gece evine gayet neşeli gelirdi. Mehmet bey babayiğitti ve sözünün eriydi. Bu gece pek keyfi olmasa da önceden söz verdiği için “Çocuklar sabah erkenden hazırlanın, at arabasını hazırladım, annenizin yanına hastaneye gideceğiz.” Ne yazık ki annelerinin karnında ur vardı, ameliyat olacağı için hastanede yatıyordu.

bilgi
Duştubak Türk Köyü

Ancak Mehmet bey ilk defa sözünde duramadı. Sabaha kadar kahve gibi istifra eden Mehmet bey iyice halsiz kalır, bir türlü kendini toparlayamaz. Sabah ezanı okunurken babaları iyice sessizleşir. Artık istifra da etmez. Sesi soluğu kesilir, ikinci yolculuğuna çıkar. Annelerini ziyarete hastaneye gidecekleri sabah, babalarını mezarlığa götürürler.

Zaman en iyi mürebbidir. Ancak zaman, durağan da değildir ki. Zaman sürekli yeniden başlar, acılar da zaman içinde devinip durur. Babası vefat ettiğinde, kızı on iki yaşındadır elbette hayat devam eder. İki abisi vardır, biri 16 yaşında diğeri daha büyükçedir. Akşam üzeri at arabasıyla birini getirirler. Müzeyyen hanım, bahçeden içeri gelene kadar küçük abisini tanıyamaz. Abisinin yanına gider, ancak abisi etrafına melül melül bakar. Alnında yara izi vardır. Sabanla tarla sürerken at huysuzlaşır, abisinin alnına çifte atar.

1945 yılında köy imamı ve yedi yaşlarındaki kız çocukları Kur'an Öğrenmeye başlıyor. Hatıra fotoğrafı.
Duştubak 1945’li Yıllar

Her ne kadar görünürde ciddi bir yara izi olmasa da aile tedirgindir. Buna istinaden büyük abisi, kardeşini şehre doktora götürür. Doktor muayene eder, yüzü asıktır, “En fazla altı ay yaşar.” sözü abisinin yüreğine oturur. Bu söze kimse pek inanmaz zira küçük abisi gayet sağlıklıdır ve normal hayatına devam eder. Zaman su gibi akar ve aradan altı ay geçer. Köyde sabah olmuştur ve aile tarlaya çalışmaya gidecektir. Herkes ayaktadır ancak biri yataktadır, yataktan kalkmaz. Çünkü altı ay önce atın teptiği delikanlı o gece vefat etmiştir. Mevtayı babasının yanına defnederler.

Hayat Devam Ediyor, Can Sağ Oldukça

İnsanoğlu ne kadar naif ve güçsüz gibi dursa da sapa sağlam ayakta kalmayı başarıyor. Yeter ki akıl sağlığını muhafaza edebilsin. Ne yazık ki Osmanlı devletini biz içeriden, düşman dışarıdan uğraşarak yıktı. Bir çok ülkeyi ve bir çok milleti Osmanlı devleti tek devlet yaptı. Devletler de insan gibi doğar, büyür ve vefat eder. Bu gerçeği kabullenmemiz gerekiyordu, kabullendik.

Bizim olan bu beldeler artık yabancılarındı. Deliorman vatan toprağı iken, artık düşman toprağıdır. Deliorman, Razgrad, Duştubak köyü, artık kendi evinde misafirdir. Müzeyyen hanımın önce büyük ablası, nişanlısı Türkiye’ye göç ederken onunla Türkiye’ye kaçıyor. Sonra ortanca kız kardeşinin nişanlısı da Türkiye’ye göç eder, o da nişanlısıyla Türkiye’ye kaçar. Hasta annesinin yanında bir abisi bir de kendi kalmıştır. Annesi “Sen de kaçarsın, ön tekerlek ne tarafa giderse, arka tekerlek de o tarafa gider” demiştir. Ama arka tekerlek o şekilde gitmez, tekerlek tam dönmesi gereken yerde döner. Rotasını şaşırmadan, menzile doğru gider.

bilgi
Razgrad Duştubak

Eski vatan toprağı Deliorman’da artık yaşanamaz olmuştur. Anavatana göre dönmeye izin de çıkmıştır. Ancak kökünü, malını, mülkünü bırakıp beş parasız anavatana gitmek de pek kolay olmaz. Aileden geriye kalanlar, 1951 senesinde alabildiklerini alıp, yola revan olurlar. Varış yerini devlet Antalya vilayeti olarak belirler. Ana vatana gelen aile, bir iki hafta Antalya’da durdular. Büyük ablasının eşi, eniştesi yanlarına gelir. Gurbetçi aile eşyalarını tekrar toplar. Artık yeni vatanları Amasya ili, Taşova ilçesi Kırkharman köyüdür. Hükümet gurbetçi aileye ev, tarla verdi zannetmeyin. Bu aile ve bu dönemde gelen gurbetçilere hiç bir şey verilmez. Genel kanaat, devletin muhacırlara yer, yurt verdiğidir. Belli dönemlerde belki bunlar yapılmıştır ancak her muhacire bol keseden tarla tapan dağıtılmamıştır. Muhacir aile kiralık bir eve emaneten yerleşir. Sonrasında kendi evleri de olur, ancak dişiyle, tırnağıyla çalışarak olur.

Yuvadan Çıkma Zamanı Gelir, Yeni Bir Yuva Kurulur

Evin küçük kızı artık büyümüştür. Yaşı on dokuza gelir ve köyde taliplisiyle evlenir. Böylelikle annesine verdiği sözü yerine getirir. Kocaya kaçmamıştır, ön tekerleğin yolunda gitmemiştir. Davulla, zurnayla evlenir. Aradan altı ay geçer ve kocası askere gider. Lakin kocası zayıf, çelimsiz ve hastadır. Nasıl askerlik yapacaktır.

Altı ay sonra asker hava değişimi için köyüne döner. Askerde de sivilde olduğu gibi sürekli hastadır. Askeriyedeki tecrübeli doktor, askerin hastalığın anlar ve askerin belinden su alır. Askere giden o çelimsiz genç, teskereye geldiğinde gürbüz delikanlı olmuştur. Böylelikle gördüğü tedavi işe yaramış, hastalığı iyileşmiştir.

bilgi
Duştubak Bir Anadolu Köyü

Önce bir erkek çocukları olur. Çocuk sağlıklıdır bir yaşını doldurmuş, erkenden yürümeye başlamıştır. Fakat gün içinde hiç sebep yokken ayakta duran çocuk elinden morarmaya başlar. Ailesinin şaşkın bakışları arasında bir anda yere yığılıp kalır. Genç aile acıyı kabullenip, metanetle sinelerine çekerler. Oysa ki çevrenizde böyle elim hadiseleri yaşayanları görmüşsünüzdür. Evladını kaybeden anne, aynı zamanda kendini de kaybeder. Sonra da uzun bir hayatı hem kendine hem de ailesine zehir eder. Muhacir aile yeni vatanında ilk kurbanını vermiştir. Gözü yaşlı, gönlü yaralı anne can paresini sessizce toprağa verir.

Hayat Eve Sığar, Hikaye Devam Eder

Aile fakirdir, ancak kazandıklarını harcıyor, ne başka gelirleri vardır ne de babadan kalma mirasları vardır. Fakat kazandıkları da geçinmelerine yetmiyor. Eşi zaman zaman Amasya’ya değirmene gider bir süre orada çalışır. Kendi de her gün tarlada çalışır. Her sabah dokuz yaşındaki büyük kızına üç yaşındaki küçük kızını emanet ederek tarlaya çalışmaya gider. O günde sabah erkenden tarlaya çalışmaya gider. Havanın açık olmasına rağmen, köye bolca yağmur yağar. O yağmurda dokuz yaşındaki çocuk, üç yaşındaki kardeşini yağmurda oynayan kardeşini eve almayı akıl edemez. Küçük çocuk ıslak toprakta öğleye kadar oynar. Islak toprakta oynayan çocuk o akşam hastalanır. Bir kaç gün içinde hastalığı artınca önce nazar diye okuturlar. Bir hafta sonra kasabaya doktora götürürler. Doktorun verdiği ilaçları kullanır ancak zatürre kolay kolay geçeceğe benzemez. Anne, hasta çocuğu iyileşmeyince tekrar doktora götürür. “Zatürre, zatülcenbe çevirmiş, yapacak bir şey yoktur, tedavisi de olmaz.” deyince, aile tekrar köye döner.

bilgi
Duştubak

Doktordan köye döneli bir hafta olmuştur. Bir akşam çocuk yatar fakat sabah kalkamaz. Küçük çocuk üç yaşındadır, her sabah odada koşturan çocuğu da ablasının yanına defnederler. Yürekleri yansa da hayat devam ediyor.

Hayat Üniversitesi Yeni Mezun Veriyor

Zamanla ailenin çocukları çoğalmış, aile de genişlemiştir. Köy, geniş aileye dar gelir. Önce Amasya’ya gider, iki yıl çalışırlar o da yeterli olmaz. Köydeki evi, tarlayı satıp savar ve İstanbul’un bağrını mekan tutarlar. Hayata tutunan aile, önce taksitle arsa alır. Gece kondu yapar. Zaman geçer 1986 yılı gelir. Gece kondu evini kat karşılığı müteahhitte verir. Karşılığında iki kocaman daire alacaktır. Kiraya geçerler bir oğlu askere gider, diğer oğlu Konya’ya üniversiteye gider. Kızları ise yaşı geldiğinde evlenmiştir. Aile hayatına iki kişi başlarlar, şimdi de iki kişi kalırlar. Üstelik evin reisi artık emeklidir. Yeni evleri de yapılmaya başlamıştır.

Gel gör ki hayat üniversitesini okuyan kadının eşi hastalanır. Bu yüzden iki kafadar beraber doktora gider. Yaşlıca doktor kadının eşini dışarı çıkarır ve kadına “Eşiniz mide kanseri olmuş, bayağı ilerlemiş, ameliyat edip bakacağız, bir şey yapabilir miyiz?”

acı hayat

İftar topu bir kere daha patlar. Çıkan ses kulakları tırmalasa da etrafta ses yoktur.

Eşi ameliyat olur ama doktorlar hastalıklı yeri sadece açıp kapatır. Hastalığın tedavisi yoktur ve hasta için bir şey yapılamaz. Deliorman kadını tek başına sekiz ay hasta eşine bakar. Eşi vefat eder, onu da yakın bir mezarlığı defneder. Artık hayat üniversitesini bitirir, mezun olur. Diplomasını da alır, diplomasını çerçeveletir kiradaki evinin duvarına asar.

Her İhtiyar Saygıya ve Sevgiye Layıktır, Yeter ki Bakmasını Bilelim

Doğumla başlamıştır hayat yolculuğu, çocukluk, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlıkla devam eder. Yaradan vermiştir canı, gene Yaradan alacaktır. Kolay değildir seksen sekiz sene yaşayıp hâlâ hayata karşı sabırla ve umutla bakmak kolay değildir, herkesin harcı da değildir. Ancak bizim Deliorman kadını bunu yapar. Bir tarih kadar yaşayıp hâlâ hayata korkmadan karşı durmak, zorluklara sabredip güzellikleri almak. İnsan bakmasını bilirse ne muazzam bir yaratılandır. İhtiyarlarımız bizim için ibrettir, hürmettir. Elbette bakmasını bilene.

Duştubak köyünde tarihi köy çeşmesi. Üzerinde Yapısı kalmasada, kör topal hizmet vermeye tek kurna ile devam ediyor.

Çeşme, Maziyi Hatırlattı, Hüzün’e Boğdu

Deliorman kadını çocukluğu ve genç kızlığının unutulmaz bir o kadar da değerli köyünün çeşmesini tekrar gördü. Tarihi çeşme Duştubak’ la adeta özdeşleşmiştir. Çocukluğunda oradaydı, yaşlandığında da yerindeydi. Tarihi çeşme öncesine göre şimdi oldukça yıpranmış. Oysa yetmiş sene önce dipdiri, şırıl şırıl akardı. Çeşmenin dört kurnasından kol gibi akan su, önündeki dört metre uzunluğundaki yalağı suyla doldurur. Genç kızken çeşmenin üzeri şimdiki gibi düz zemin değildi. Çeşmenin üzerinde oldukça estetik güzel bir Osmanlı yapısı vardı. Köylüler buradan sularını alır, halılarını burada yıkardı.

Genç kızlar, çeşmeden su doldururken neşeli neşeli konuşup eğlenirdi. Çeşmenin hemen yanında, dört kurnalı başka bir çeşme ve önünde düz zemini vardı. Halı, kilim gibi büyük eşyalar her yıl burada yıkanırdı. Zaman insanı yıpratıp nasıl aciz bırakıyorsa çeşmeyi de öyle aciz bırakmış. Çeşme de yaşlanmış insan gibi sanki son demlerini yaşıyor. Cansız akan suyu ve pejmürde duruşu insanın içini yakıyor. Her ne kadar üzücü de olsa, dünyanın faniliği bütün açıklığıyla gün yüzüne çıkıyor.

İnsan hayat okulundan mezun olduğunda her şey bitmiyor. Mezun olsan da hayat devam ediyor. Siz de hayat üniversitesinde okurken mezuniyete kadar zorluklara göğüs gerip, sabrettiniz mi? Her zorlukta bir köşeye çekilip üzülmek yerine, ayağa kalkıp Yaradan’ın size verdiği hayatı en güzel şekilde yaşayabildiniz mi?