Hastanede Tedavi Sürecinde Yaşananlar
Hastanede tedavi gören hastamız uyandı, kahvaltı yapmaya hazırlanıyordu. Fakat elindeki hasta listesiyle ambulans görevlisi destursuz odaya gelerek “Hazırlanın, on beş dakikaya çıkıyoruz, hastanın sevki var!” Hastaneye girişimiz gibi sevkimiz de meşakkatli olacağa benziyordu.
Hastaneden sevk edilecek hastaya önceden haber verilip, eşyalarını toplaması için zaman tanınması gerekir. Bunun yanında hangi hastaneye ve neden sevk edildiği bilgisinin verilmesi gerekmez mi? Bu soruları kendimiz sorup yine kendimiz cevaplıyoruz. Hastanede hastamızın tedavisine başlanmıştı ancak sevk ile başka hastanede devam edecekti. Bir yandan toplanırken, bir yandan da hastalığın ilerleyip muhtemelen entübe hastanesine sevk olunacağının moral bozukluğunu yaşıyoruz.
Yeşilköy Pandemi Hastanesine Sevkimiz Var
Hızlı bir şekilde toparlandık, sevk ansızın olduğu için eşyalar poşetlere ancak üstün körü konabildi. Hasta yakını elindeki poşetlerle hastayı güç bela tekerlekli sandalyeye oturtabildi. Refakatçinin ellerinin dolu olduğunu gören ambulans görevlisi insafa geldi “Anneyi ben alayım madem!” dedi. Her ne kadar isteksiz de olsa tekerlekli sandalyeyi sürmek lütfunda bulundu. Ambulansın yanına elimizdeki eşyalarla göçebeler gibi geldik. Görevli “Hasta ambulansla gidecek, siz de kendi imkanınızla Yeşilköy Pandemi Hastanesine geliniz.” dedi.
O anda hastanın ve refakatçinin psikolojik durumumu düşünün? Elinde taşımakta zorlandığı dağınık eşyalar ve belirsizlikten rengi atmış yaşlı bir kadın ile ortada kaldık.
Bu olumsuz duruma rağmen efsane bir takiple ambulansla eş zamanlı entübe hastanesine gelmeyi başardık. Ne yazık ki poşetlerdeki eşyalarla hasta yakınının elleri doluydu. Ancak tekerlekli sandalyedeki hastayı birinin götürmesi gerekiyordu. Ambulans görevlisi gerekli evrakları içeri vereceği için bizimle gelecekti. Kerhen de olsa tekerlekli sandalyeyi tekrar sürdü. Komedi programlarındaki “Ne çektin sen be!” kavramı zihinlere geldi. Sonradan “Hele bir dur!” dedim. Oysa ki bunun son değil zorluğun başlangıcı olacağını nereden bileyim?
Güç bela giriş kaydı ve hastanede tedavi için hemşirenin bulunduğu bankoya geldik. Ama evrakları alan hemşirenin ilk tavrı “Hoş geldiniz, nasılsınız!” olmadı. “Hastaneden çıkışınız yapılmamış, çıkış yapılmadan yatış yapılamaz, hastaneyle görüşüp çıkışınızı yaptırın!” oldu. Eşyalardan morarmış eller, iyice bitkinleşmiş valide, “Ekinin hasat edilip saplarının tarlanın ortasında kaldığı gibi kala kaldık”.
Ağzımı açsam acaba ne çıkar diye düşündüm. Açmadım, ambulans görevlisi “Bari hastayı yatıralım, bu arada hastaneyi ararlar!” dedi. “Benim hatam hemen arayıp hallederim!” demedi. Hastamız evrak eksikliğe rağmen boş bir yatağa yattı. Ben telefona sarıldım. Telefonla hastane santraline ulaşmak bir dert, ilgili birime bağlanmak başka bir dertti. “Şu numaraya basın, bu numaraya basın!” derken gece yarısını geçti, telefon çalıyor, çalıyor açan olmadığı için o meşhur “Dut, dut, dut!” bu sese ben de nakaratla eşlik ediyorum. Bu nedenle yakınımızı arayarak hastaneden çıkış işini halletmesini rica ettim. Hastanın yanındaki sandalyeye yarı baygın oturup filozoflar gibi düşünmeye başladım. Ve sabaha kadar yarı uyur, yarı uyanık düşündüm.
Hastaneye Yatıldığında Uygulanan Prosedürü Öğrendik
Hastanın hastaneye yattığında ilk aşamada uygulanan işlemleri yaşadık. Hasta sabah 06 sıralarında hemşire veya Hemşin tarafından kontrol ediliyor.
- Hastanın tansiyonu ölçülüyor
- Kan şekerinin durumuna bakılıyor
- Kandaki oksijen oranı kontrol ediliyor
- Kolda takılı kelebeğe bakılıyor ve gerekiyorsa değiştiriliyor.
Hastaneye yatış yapacak hastaya öncelikle serum ve ilaçlar için kelebek takılıyor. Elbette olmazsa olmazlardan biri ve zor olanı kelebeğin değiştirilmesidir. Neden kelebek dendiğini bilmiyorum ama ilk çağrışım kelebek gibi hafif takılması gerektiğidir.
Hastaneye geldiğimiz ve yatış verildiği ilk gün hastayla ilgilenmek için ufak tefek tatlı dilli bir hemşire geldi. Hemşire ince, biraz cırtlak sesliydi. Bu ufak tefek hemşire konuşmasıyla odayı doldurdu “Teyzeciğim geçmiş olsun, nasılsın? İyi olacaksın inşallah” dedi. Şimdi kolunu uzat geri çekme, birazcık canın acıyacak ama bu gerekli.” Bu sözleri söylerken sesindeki samimiyet, daha doğrusu yaşlıya hürmet ve saygı emaresi vardı. Sanki sadece işini değil de aynı zamanda yaşlıya vazifesini yapıyordu. Onun bu haline gıpta ettim işine saygılı aynı zamanda yaşlıya saygılıydı. Yeni kurulan hastanede yetişkin kadro var diye düşündüm. Yaklaşık yirmi beş güne yakın bu hastane odasında acı tatlı günler yaşadık, hastamız iyileştikçe biz de iyileştik. Hastamız kötüleştikçe biz de kötüleştik.
Hastanede Tedavi Sürecinde Personel Çok Önemli
Hastanede zaman zaman gelgitler yaşadık. Tecrübesiz personele bir dereceye kadar sabır gösterdik ancak bir dereceden sonra dur demek gerekiyor. Hastanın koluna takılan kelebek, hastanın durumuna göre, yaşlı ve çok hastaysa 72 saat, genç ve düşkün değilse 48 saatte bir değiştiriliyor. Muhtemelen iğnedeki kanın kuruması veya mikrop üremesi gibi sebeplerdendir. Hemşin sözü literatürümüze artık girmiş oldu. Erkek hemşireye hemşin deniyor. Gayet asık suratlı, 25-30 yaşlarında, tecrübeli ama beceriksiz olduğunu belli eden tavrıyla içeri girdi. Nazik hemşire gibi değil de kendi karakteri gibi “Uzat kolunu, kelebek değişecek” sözleri karakterini belli ediyordu.
Kelebeği çıkartırken bayağı zorlanan biri acaba kelebeği nasıl takacak diye düşündüm. Umduğumdan daha pratik şekilde kelebeği taktı. “Yanılmışım” dedim. Kelebeği taktıktan sonra serumu bağladı, baktı serum gitmiyor. Biraz zorladı, bekledi serum damlamıyor. Hiçbir şey demedim. Hemşin başta hata yapmıştı. Yaşlı ve bitkin hastamızın kolundaki kelebeği değiştirdi ancak serumun gidip gitmediği testini yapmadan diğer kelebeği çıkardı. Maalesef serum gitmeyince Hemşin taktığı yeni kelebeği tekrar çıkardı. Validenin aynı kolunun bilek tarafına tekrar kelebek taktı.
Bende hafif hafif, alttan bir sıcaklık gelmeye başladı. Nedendir bilinmez beynime kan çıkmaya başladı. Hemşin tekrar serumu taktı, bekledi. Ne var ki serum damlamıyor. Biraz uğraştı, değişen bir şey yok. Gayet pişkin bir şekilde ikinci kelebeği de çıkardı. Bu sefer diğer koluna yöneldi. Müdahale etmek istedim ama kendimi tuttum. Ya sabır! Diğer koluna da aynı uygulamayı yaptı. Hemşin tekrar kelebeği taktı, uçmasını bekledik, kelebek yattı kaldı bir türlü uçmuyor.
Hastanede Tedavi Zor, Hemşirenin Hastayı Takibi Önemlidir
Hemşin’in “Teyzenin damarından serum gitmiyor!” sözü hayal dünyamdan beni çıkarttı. Ama sustum, ancak ağzımı açtığımda arkasından gelecekler belliydi. Sıcaklık iyice artmıştı, vücudumdaki kanın tamamı beynime çıkmıştı. Ya sabır. Hemşin üçüncü kelebeği de çıkardı. Bu esnada kolunun kelebek takılan yerleri mosmor olmuştu. Oysa ki yirmi gündür hastamıza her gün iğne vurup, serum takıldı. On dakikalık zamanda hastanın kolları tanınmaz hâle geldi. Buna rağmen Hemşin hastamıza tekrar dördüncü kelebeği takmak için koluna yönlendi. “ Yeter artık, hastaya çektirdiğin eziyet yeter! Madem yapamadın ve yapamıyorsun git tecrübeli birini çağır! Bu kadar eziyet yeter!”
Verdiği cevap “Ben tecrübeliyim, bana işimi öğretemezsiniz! Başkası gelemez, sonuçta hasta tedaviyi reddediyorsa siz bilirsiniz!” dedi. “Tedaviyi reddetmiyoruz, senin gibi beceriksizin kelebek takmasını reddediyoruz, kelebeği başkası taksın!” deyince, kızarak gitti. Böylece aradan bir saate yakın zaman geçti, validenin eli, kolu mosmor, takılması gereken serum askıda, biz bekliyoruz. Sonunda tatlı dilli hemşire geldi “Teyzeciğim dur bakayım, damarın mı kaçmış!” gibi boyunu posunu aşan ses tonuyla odayı inletti. İki dakikayı geçmemişti ki serum damlamaya başladı.
Hastanede Tedavi ve Son Güne Gelirken Yaşadıklarımız
Hastanede kaldığımız sürece epey hadise oldu ama birkaç hadise ile iktifa edelim. Hemşin geldi, tansiyon, nabız, kandaki oksijen miktarını ölçüyor. Tansiyonu ölçüyor 16-17 gibi gösteriyor. Hemşin hastanın durumuna telaşlanıp, eli ayağı dolaştı. Yüksek tansiyon için iğneyi hazırladı, doktoru çağıracaktı. Ben “ Kullandığınız cihaz sorunlu, tutukluk yapıyor, ya içindeki havayı tam boşaltıp ölçün, ya da seyyar makinayı getirip ölçün” dedim. İşin ehli hastaya bakınca zaten oturup konuşan 86 yaşındaki hastanın tansiyonunun 16 olmayacağını bilir. Kimi de emin olmak için seyyar makinayı getirip tansiyonun 12 olduğunu görmek istiyor.
Hastanede tedavi sürecinde yaşadığımız son hadise ile olayı bağlamış olayım. Kandaki oksijeni ve kalp atışını gösterin cihaz genelde el parmağına takılıyor. Fakat bunun olumsuz tarafı hasta, kansız ve elleri soğuksa doğru değeri göstermiyor. Hemşin hastaya bağlanan cihazın ekranına bakar, kandaki oksijenin 80, kalp atışının 45 olduğunu gördüğünde telaşlandı. Oysa ki hasta gayet iyi ve yatakta oturuyor. Havanın düğmesini en yükseğe çıkarıp “Hemen doktoru çağıracağım!” dedi. Gayet rahat bir şekilde “Eli soğuk cihaz o yüzden algılamıyor, ayak parmağına takın fark edersiniz!” dedim. Cihazı ayak parmağına taktığında normal olduğunu gördü.
Bu hadiselerin yanında daha birçok tatlı acı hadise yaşadık. Ancak çoğu benzerlik taşıdığı için özetlemiş olduk. Özelden genel gidecek olursak, kurumsallaşmanın olmadığını görebiliriz. Bir şeyin doğru yapılması önemlidir. Fakat kurumsallaşması daha değerlidir, hayata değer katar. Hastaneye yatış, hastaneden sevk, tedavi sürece bu tür işlemlerin kağıt üzerinde belki sırası vardır ama pratikte nasıl olduğu da önemlidir. Yönetimler dillere destan bir hastane, okul, köprü ve tramvay gibi yatırımlar yapabiliyor. Fakat bunların işleyişi kurumlaşmazsa harcadığınız emek, değer heder olur gider. Galiba en büyük handikabımız bu olsa gerek.
Ülkemizde çok değerli işinin ehli insanlar var. Gerek eğitimi, gerekse bilgi ve tecrübesiyle ülkemize değer katacak insanlar. Bir nevi kendilerini topluma adamış şahsiyetler. Bu değerli insanları magazin medyasında değil ama hayat medyasında görüyoruz. Bu gibi insanların kıymetinin bilinip değerlendirilmesi gerekiyor.