Yaşama Hakkı Nasıl Olmalıdır? İnsan Önemlidir

Yaşama Hakkı kavramı toplumun birinci öncelikli sorunudur. Bu nedenle kavramı biraz daha açarsak altından çok şey çıkacaktır. Gerek yazılı medyada, gerek televizyonda, gerekse de muhabbet ortamında bu kavramı bir çoğumuz mevzu yapar. Oysa bu büyük ve değerli kavramı hakkıyla kaçımız değerlendirip, büyüklüğünü müşahede ettik. Elbette süslü sözler söyleyerek nutuk atmak kolaydır. Ancak, gel gör ki söylediklerimizi uygulayalım dediğimiz de ortada kimse kalmaz. Birden ışıklar kesilmiştir, kar ve fırtına olmuştur. Kavram yan yatıp çamura batmıştır. Yaşam sözcüğü insanımıza biraz daha soğuk gelir. Oysa hayat sözcüğü daha sıcak kavramdır. Elbette bu bizim tercihimiz, ister yaşama hakkı, ister hayat hakkı diyelim. Sonuçta insanımızın hakkıysa, hakkını, hakkı olana vermemiz lazımdır.

Elinde beş adet ekmek olan, yüzü yaralı fakir bir çocuk yağın karın altında üzgün bir poz vermiş. Elined poşetli bir kadın hemen arkasında yürüyor.
Yaşama Hakkını Herkes Hakeder

Yaşama Hakkımıza Nasıl Sahip Çıkabiliriz?

İnsanın yaşama hakkı kutsaldır. Evet, kavram olarak kutsaldır ancak sloganda kaldığında bir değer ifade etmez. Acaba gerçekten ülkemizde insanın hayat hakkı var mıdır yoksa sadece slogandan mı ibarettir. Özellikle bu yük işin ehli bürokratlar, toplumun bir tık üzerinde görünen okumuşlar ve akademisyenlerde düğümleniyor. Bu tabir yermek için değil övmek için söylenmiştir. Doğrudur hiç okuyan veya yönetim kademesinde bulunan ile kendi halinde yaşayan vatandaş bir olur mu? Ne kadar güzeldir, okumuş, memuriyete seçimle veya atamayla gelmiştir. Makam, mevki sahibi de olmuştur. Bunu yermek kimsenin haddine değildir, bilakis takdir etmek boynumuzun borcudur.

Okuyup mesafe kat etmiş, mevki sahibinin topluma karşı duyarlılığı, kendi halinde yaşayan vatandaşla aynı seviyede olabilir mi? Elbette ki olmaz ve de olamaz. Her ne kadar kendi çabası, çalışması, gayretiyle tepelere çıksa da, bu toplumun içinden oralara gelmiştir. Herkes bilir ki, bilenle bilmeyen bir olmaz. O halde bir insan biliyorsa, bildiği kadar, gücü kadar bunu topluma yansıtmalıdır. Makamında oturup, içinde yetiştiği topluma ve toplumda yaşama hakkı bulunan insanların dert ve tasalarına sırt çeviremez. Çevirirse yaptığı yanlış olur. Elbette bunun vebali olur, hesabı olur. Bunun yanında makam sahibi kaymakam vatandaştan üstün değildir ama bulunduğu makam ona bir sorumluluk yüklediği gibi yetki üstünlüğü de verir. Çünkü onay ve icraat yetkisi vardır. Biz imza atıp bir şeyleri düzeltemeyiz ama o makamı gereği çok şeyi düzeltebilir.

Yetkilinin Aynı Zamanda Etkili Olması Gerekir

Eskiden, o kadarda eski değil, topu topu 1920’lerden öncesinde, yani ceddimiz Osmanlı Devleti zamanında. Bir mahallede bir dilenci peydahlandığı zaman, dilencinin dilencilik yapması mahallenin yüz karası sayılırmış. Mahalleli komşusunun dilenecek seviyede olmasını ayıp karşılar, onun için bir çözüm üretirdi. Nasıl vücudun organları, kafa, el, ayak ve tırnak gibi hepsi insanı oluşturuyorsa, mahalle sakinlerinin tamamı da mahalleyi oluştururmuş. Aynı organlar gibi, birinin hasar görmesi, ağrı çekmesi bütün vücudu etkiliyor. Mahallede yaşama hakkı olan birinin dilenci olması da mahalleyi olumsuz etkiliyormuş. Bu dediğimiz belki yüz sene önce olan bir hadise. Fakat çağ atladığımız bir dönemde bu ince duyarlılık kaldı mı?

Şimdiki gibi vergi sistemi yoktu, yaşam hakkı denen süslü sözler de yoktu. Ayrıca gelir belgesi alma , sosyal güvenlik kurumu da yoktu. Şimdi ise mahallede muhtar, ilçe de Kaymakam, İl de Vali, Türkiye genelinde Başbakanlık (Başkanlık)var. Biraz abartalım yetkili makamlar klavyenin tek tuşuyla vatandaşın ciğerini okuyor. Hatta argoda çok söylenen “Ben senin ciğerini bilirim” sözünü de hepimiz biliriz. Acaba bizi yönetenler gerçekten bizim ciğerimizi biliyor mu? En alt kademeden, en üst kademeye kadar.

Bence bilmiyor, nereden bilsin ki? Eğer bilseydi veya en azından bildirildiğinde bilseydi, sefillik içinde yaşayan mahalle sakin veya sakinlerinden haberdar olurdular. Madem ülkede yaşayan herkesin yaşama hakkı vardır, onlara da bu hakkın verilmesi gerekirdi. Benim bildiğim veya duyduğum bir yapılaşma yoktur. Kaymakamlıklarda Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı gibi bir kurum var. İsmini çok duydum ama işlemesine çok az şahit oldum. Bir iki defa bazı olaylara tanık oldum. Baba çalışamaz. Evde çalışan 3-4 kişi var. Oğlunun biri şizofren askerlik muayenesi için hastaneye götürmesi gerekiyor, yol parası yok. Dilekçe yazarak yol parası istedi. Aynı kişi elektrik parasını ödeyemediğini beyan ederek, faturanın ödenmesini talep etti. Aynı kişi kirasını veremediği için kirasının ödenmesini dilekçeyle talep etti. Her defasında dilekçeyi yazdırdı, götürdü, aldı mı? almadı mı? bilmiyorum. Benim için pekte önemli değil, ihtiyacı varsa alsın.

ayakta bir adam, sol cebinin iç kısımını dışarı çıkarmış, avucunda tutuyor. şebinin boş olduğunu gösteriyor. Üzerinde kot pantalon var.
Yaşama Hakkı İçin Yardımlaşmak Gerekir

Yardım talep etmeden, yardım edilemez mi?

Kimisi vardır eli kalem tutar. Tutmasa da, tutan birini bulur. Yardım talebini oluşturur alır veya almaz, şansını denemiştir. Yaşama hakkı vardır ve onu yetkili makamdan talep etmiştir. Birde bundan aciz olanlar vardır. Elini ver dediğinde elini uzatacak, elimi al dediğinde elini tutacak gücü bulamayan birileri de var. Dilekçe yazıp yardım talep edebiliriz, belki bir nebze yaraya ilaç da olur ancak yarayı tedavi etmez. Hepimiz biliyoruz, bir devlet kurumuna gidip bir talepte bulunduğunuzda hangi aşamalardan geçildiğini. Bu aşamaları aşacak gücü olmayanların ne yapması lazımdır.

Derdi şu şekilde izah edelim. Mahallede kaba tabirle, bağlandığında dahi durmayacak bir ev var. Yıllar önce yapılmış, yıkılmak üzere bulunan köhne bir evde oturduğunuzu düşünün. Rutubetten evde elektrikler kesik. Ancak evin sadece bir odasında pansuman tedbirle elektrik vardır. Soba yok, doğalgaz yok, elektrikli ısıtıcıyla tasarruflu şekilde ısınmaya çalışıyorsunuz. İki katlı evin üst katı yıllardır boş, oturulmuyor. Bunun yanında apartmanlar arasında kalmış, güneş almayan, yazın ve kışın içerisi rutubetten yağışlıdır. Mal sahibi doğma büyümü Almanya’dadır. Türkiye’ye eskiden ara sıra gelmesine rağmen, babası vefat edince elini eteğini çekmiş durumdadır. Bu evde yaşamak zorunda olan ailenin yaşama hakkı varsa bunu kim? Nasıl? sağlamalıdır.

Fakir Yaşayanlar Bu Hayatı Kendileri Seçmedi, Onlarında Yaşama Hakı Vardır

Böyle bir yere azda olsa hâlâ kira vermeye çalışan ve yaşama savaşı veren bir aile. Oysa ki evin içi belgesellere konu olacak kadar içler acısı. Evde üç kişi yaşıyor. Erkek kırk yaşına yaklaşmış, maddi imkansızlıktan evlenememiş, kızın yaşı kardeşinden biraz daha fazladır. Ne hazin ki anneleri ise atmış beş yaşındadır. Kocaman yürekli kadının boyu 1,50 cm kilosu yüz yirmi kilo. Ciğerlerinin bir kısmı çalışmıyor, hava makinası kullanmak zorundadır. Kızı hep yanında olmak zorunda, hep yardımcı olamasa da. Erkek her ne kadar çalışmaya çalışsa da kilo sorunu ve bitmeyen ağrı ve hastalıkları yüzünden huzursuz. Kadının bacakları rahatsız, yürüyemiyor. Kilosu çok fazla oturamıyor. Kullandığı ilaçlarla hâlâ hayatta kalabilmesi fevkalade bir durum. Şeker, tansiyon olmazsa olmazlardan. Bırakın üç öğün yemeği bir öğünü bulsa mutlu oluyor. Her daim ben de yaşama hakkımı istiyorum, ben de değerliyim hakkımı verin düşüncesiyle ömür sermayesini tüketiyor.

Adamın elleri görünüyor. Elinde deri bir cüzdan var. Cüzdanın iki gözü görünüyor, içi boş. Para kısımları boş olduğu için fakirliği temsil ediyor.
Yaşama Hakkı Cep Delik Cepken Delik

Bu Ayıp Mahallenin ve Yönetimin mi?

Maalesef, hayat şartlarının günden güne zorlaşması insanımızın, yaşama hakkı kavramını zedeliyor. Ne yazık ki günden güne toplumda sosyal duyarlılık azalıyor. Bunun yanında bireyler yalnızlaşarak bireysel yaşamaya yöneliyor. Ayrıca sosyal adaletin de adil dağılmaması da yalnızlaşmayı körüklüyor. Bazı işlerde (65 yaş üzerin sağlık raporu, vergi ödeme zorunluluğu) nasıl kişinin tercihi isteğe bağlı değilse, istemeden zorda kalanlar için de yetkililerin çözüm üretmesi gerekir. Nasıl çocuğun ailesinde sıkıntı olduğunda çocuğu alma hakkı varsa, geçimde zorlanan ailelere de dilekçe olmadan kurumsal bir çözüm bulunması gerekiyor. Hayvan hakları çerçevesinde nasıl barınaklar yapılıyorsa, geçimi zor ve fakir ailelere de bir şekilde destek olunması gerekir. Talebi yok diye görmemezlikten gelmek sorunları çözmez, bilakis sorun üzerine sorun oluşturur. Peki bu şekildeki insanların yaşama hakkı sorununu nasıl çözebiliriz. İstendiğinde çözülemeyecek sorun yoktur. Cahil biri olarak sorunu çözmem istenseydi;

  • Hayat standardı düşük ve bakıma muhtaçsa bakım evine alarak hayatını rahat şekilde devam ettirmesini sağlarım
  • Yardımla hayatını ailecek devam ettirebileceklerse, ömür boyu şartları değişene kadar ücretsiz ev tahsis ederim
  • Geçimini , yaşam hakkı kavramıyla uyuşacak şekilde maddi destek veririm
  • Her şeyden önemlisi işini iş gibi yapan, sosyal duyarlılığı olan kişileri görevlendirim. Bu durumdaki aileleri mutat kontrol ettiririm
  • Geçim ve hayatın idamesinde zorlanan kişi veya ailelerin akrabasıyla iletişime geçerim. Onlara yakın ev tahsis edip, yardımcı olmasını talep ederim

Yaşama hakkı kavramını savunmak bizim gibi düşünmesi, bilgisi az, toplumun bir köşesinde cahil kalmış insanların işi değildir. Oysa düşünmesi için maaş alan, çözüm üretmesi için çalıştırılan kişiler var. Eğer maksat toplumun refah ve huzurunu kağıt üzerinde değil de sahada yapmak isteyen varsa hodri meydan. Ben yetkili olsaydım, sorunu çözmek için gayret eder, çözüm üretirdim. Acaba siz de yetkili olsaydınız çözümünüz nasıl olurdu?

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top