Blog

Umutsuz İnsan Sessizce Destek Bekler


Oysa Komiser Kiminle Dans Ettiğini Bilmiyordu


Komiserin tehdidi Vedat’ı hiç korkutmadı. Zira o kahraman Tarık Bin Ziyad gibi İstanbul’a gelirken gemileri yakmıştı. Memleketine geri dönmeyecekti. Karakoldan çıkar ve tekrar hale gider. Bu sefer fazla aramadan eniştesini bulur. Akşama kadar eniştesi direksiyonu sallar o da kafasını, bindikleri araç bozuk yolda sürekli sallanıyordu. Akşam oldu, sonunda Vedat halasına kavuşacaktı. Halası ellerini açıp yeğenini kucaklayacaktı, teyze ana yarısıysa, halada baba yarısıdır.

-Halası hoş geldin, aç mısın?

Filmlerde böyle olmuyordu akrabalar, hele uzaktaki akraba misafir gelince ev halkı sevinirdi. Evde kendiyle yaşıt halakızı vardı, hem de iki tane. Ev küçüktü ama gelen misafirle, ev daha da küçüldü, hane halkına dar geldi, sığmadılar. Akşam ne konuşulduysa sabahleyin Vedat elinde valiziyle umutsuz bir şekilde otogardaydı. Bu ilk kaçışıydı, tecrübesizdi bir dahakine daha temkinli davranacaktı. Aradan bir kaç ay geçmişti ki bizim Vedat gene kendini otogarda buldu. Gene elinde valizi vardı. Ama bu sefer bir kâğıtta adreste vardı. İstanbul’da fırında çalışan arkadaşının yanına çalışmaya geldi. Kendine gösterilen yere eşyalarını koydu, artık çalışacak biri işi, yatacak bir yeri vardı.

Çırak İdim Kalfa Oldum, Zaman Geldi Asker Oldum


İlk günlerde çalışmak Vedat’a çok zor gelir. Bilen bilir Taksim, Tarlabaşı tarafları neredeyse doksan derece rampadır. Vedat el arabasıyla günlerce marangozdan fırına talaş taşıdı. Akşamları da fırını süpürdü. Yavaş yavaş da hamur açma talimi yaptı. Bu şekilde seneler bir birini kovaladı. Vedat’ın askerlik yaşı da geldi çattı.

İnsan büyüdükçe zamanın daha hızlı aktığın fark eder. Vedat artık büyümüştü, askere de gitmişti artık onun için de zaman çabuk geçeme başlar. Askerdeyken babası vefat eder. Askerliği bittiğinde Antep’e gider ama duramaz. İstanbul ‘da kaldığında oranın lüks hayatına alışmıştır. Sabah erkenden kalkarak çalışmaya başlar, akşam olunca da çalıştığı yerde yatar. Onun için İstanbul bambaşka bir şehirdir. Bu lüksü(!) Antep’te bulamazdı. Vedat her zaman parasızdı, sahipsizdi aynı zamanda kimsesizdi. Kaderin iki yol şeklinde çizildiğini bilir. Her zaman gideceğin yoldan birini seçme hakkın var. Hangi yoldan gidersen o yolun nimetine veya külfetine katlanırsın. Vedat her zaman seçmesi gereken yolu seçemedi, gitmesi gereken yoldan da gidemedi, bazen bocaladı. Ne anası, ne abisi ne amcası, ne dayısı ne de her hangi bir akrabası değil, arkadaşı ben seni evereceğim dedi ve everdi.

İnsanın hep hayalleri vardır, şu olursa şöyle olacak, bu olursa böyle olacak. Hadi oradan, kendini kandırma, bir şey olacaksa olur, olmayacaksa da olmaz. Bahanelerimize sığınarak, kendimizi kandırmayalım. Vedat evlendi ne oldu, dört çocuğu oldu. Üçü erkek biri kız. Şimdi hepsi koskocaman umutsuz insanlar oldu. İyimi oldu?

Vedat yoluna devam ediyor. Siyah örtüyle restorasyon yapılan yer örtülmüş. kısa bir kesit var.
Umut Fakirin Ekmeğidir


Böyle Başlamış Böyle Gider, Ya Sabır


Vedat’ın hayatı bir çoğumuzun hayatına benzer. Yani hepimiz aynı sahada geçim oyunu oynuyoruz. Belki makam sahibiyiz, işçiyiz, patronuz rollerimiz başkadır ama aynı hengâme, aynı yorgunluk, bezginlik içindeyiz.

1999 yılında emeklilik yasası değiştiği için SGK primi ödeme gün sayısı dolsa da emekli olamayan Vedat şimdi işsiz. Yaklaşık dört aydır işsiz bulunan Vedat, evini geçindirmek aynı zamanda kira ödemek zorundadır. Sadece Vedat işsiz değil işyeri çalışmaya devam etse de pandemi diye işyerinde aşçılık yapan hanımını da işten çıkardılar. Oğlu kafede garsondu onu da çıkardılar, diğer oğlu askerden gelmişti ama bir türlü iş düzenini kuramadı, o da işsiz. Diğer oğlu iş arasa da bulamadı, o da işsiz. Kızı dersen çalışacak durumu yoktur, zihinsel engellidir, devletten yardım istediyse de şartları elvermiyormuş. Aylık kirası 1.650 TL ödüyor, oturdukları eve elektrik, doğalgaz, su parası geliyor. Bir de belki önemli değil ama insanları üç öğün yemek yemesi de gerekiyor. Hadi gelin düşünelim ne yapsın bu insanlar, ne yapsın böyle aileler.

Umutsuz insan Vedat zaman zaman dükkâna geliyor, oturuyor, düşünüyor, konuşan siyasileri düşünüyor, bazen sesli. Niye bizim derdimizi anlatacağımız bir yetkili yok. İş verin çalışalım, böyle nereye kadar, diyor elli altı yaşındaki Vedat kendi söylüyor kendi dinliyor.

Bizim İnsanımızın Avrupalıdan Neyi Noksandır

Geçenlerde babası vefat ettiği için Almanya’dan komşumuzun oğlu gelmişti, görüştük konuştuk. Hal hatırdan sonra biri iki lafın belini de kırdık. Babası Almanya’ya demir ustası olarak gitmiş, kendi de orada doğmuş. Hafiften şiveli konuşsa da Türkçeyi güzel konuşuyor, her dediğini anlıyorsunuz. O da Almanya’da hayata kızmış “Ne bu ya çalış, çalış, çalış, nereye kadar” demiş ama sözünün de hakkını vermiş. Almanya’da üniversiteyi bitirmiş muhasebeci olmuş. On beş senedir hiç bir işte çalışmıyormuş. Hanımı her ne kadar yaptığına sonradan pişman olsa da çalışmıyor diye eşinden ayrılmış. Tabi dört çocuğunu da yanında götürmüş.

Olayımız ne umutsuz insan Vedat’ın serzenişi, ne de Almanya’daki gurbetçimizin eşinden ayrılmasıdır. Meselemiz, insanın içini yakan tarafı, üzen tarafı şu ki; On beş senedir çalışmayan Almanya’daki Türk vatandaşı çalışmadan, lüks olmasa da barınacağı evi, yiyeceği ekmeği ve ısınacağı kaloriferi var. Vedat iş bulup çalışamadığı için kışın ortasında doğal gazını yakıp, ısınamıyor. Almanyalı gurbetçiye sordum, nasıl hayat zor mu? Biraz tebessüm etti. Babasıyla aramın iyi olduğu için çoğu konuya vakıf olduğumu biliyordu. Ikınmadı, sadece tebessüm etti. Devletten biraz işsizlik maaşı alıyor, yetmediğinde de belediye takviye yapıp, lüks olmasa da hayatını devam ettirebiliyormuş. Ayrıldığı hanımı da çalışmıyor ama o da dört çocukla standart bir hayat sürdürüyormuş. Hem de çalışmadığı halde hanımının arabası dahi varmış.

Komiser Aklıma Geldi, Deli Sorularla Beraber

Acaba diyorum biz Matrix’teyiz de bir dejavu mü? yaşıyoruz. Ben çocukken umutsuz insan değildim. Bir şekilde sana yağı kuyruğu, tüp kuyruğu, şeker kuyruğu, yağ kuyruğu gibi kuyruklara giriyorduk. Eğer sıramız gelirse, ilgili ürünü satın alıyorduk. Şimdi marketler, bakkallar ağzına kadar hepsiyle dolu ama girip maddi imkansızlıktan alamıyoruz. Hep ileri gidiyoruz, hep ileri acaba neyi kaçırıyoruz, neyin farkında değiliz. Hep umutla bekliyoruz, ama bu sefer diyoruz. Galiba toplum olarak birilerinden bir şey beklemek bizde hastalık oldu. Olanı paylaşıp, zorda olanı desteklemeyi unuttuk. Hep bahanemiz var, kimse yoğurdum ekşi demiyor ama o yoğurdu hep kendine ayırıyor, paylaşmıyor. Hadi hep birlikte varsa gücümüz, zorda olana bir el verelim, destek olalım varsın kıymetini bilmesin, nankörlük yapsın. Ben kendi adıma her fırsatta, fırsatım kadarını paylaşacağım. Siz de bana katılır mısınız?

Sayfalar 1 2