Hekim mi? Doktor mu? Doğrusu ne?
Hekim ve doktor kelimelerini sıklıkla eş anlamlı olarak kullanırız. Bu kullanım tabii ki de yanlış değil fakat doğru da denemez. Günümüzde bir kişiyi iyileştirmek için modern tıp eğitimini başarıyla tamamlamış kişilere ya doktor ya da hekim denir. Bu iki kelime de yabancı kökenlidir. Hekim Arapça “hkm” kökünden gelir ve aslı hakîm’dir. Bu kelime zamanla değişerek “hekim” olmuştur. Doktor kavramı ise Fransızca kökenli bir kelimedir. O da zamanla günümüzde tabibin karşılığı olarak kullanılır hale gelmiş.
Aslı hakîm olan hekim Arapça da hikmet sahibi demektir. Dilimize geçerken aslında bu anlamda geçmiş ve yıllarca bunu korumuş. Fakat son yüzyıllarda tabip kelimesine karşılık olarak kullanılmaya başlanmış. Eskiden doktorun karşılığı olarak tabip kullanılırken zamanla hekim de bu kervana dahil olmuş. Tabiki de biz dil bilimcisi olmadığımız için etimolojik olarak incelemeyeceğiz.
Hekim Hikmetle Muamele Eder
Hekim insanların ruhlarındaki yaraları iyileştiren kişidir. Bu hizmetinin yanında onların bedenlerini de tedavi eder şifa bulmalarına yardımcı olur. Bu alanda en çok bilinen zât Lokman (a.s.) bilindiği ismiyle Lokman Hekimdir. Hikmetli sözleriyle insanların ruhuna hitap ederken aynı zamanda tabiplik yaparak bedenlerini de iyileştirmeye gayret göstermiştir. Bilmiyoruz belki de Lokman Hekim dilden dile bu şekilde anıldıkça zamanla iki kavram birbirine karışmış olabilir.
Hikmet bir şeyin özüne vakıf olmaktır. Hayatla bütünleşmek ve hayatın anlamını kavramak onun farkına varmaktır. Her şeyin anlamını yitirdiği yüzeyselleştiği bu çağda en çok ihtiyacımız olan kişilerse hekimler olsa gerek. Ancak bu çağda bizi hikmete götürebilecek, ruhumuzdaki boşluğu doldurabilecek gerçek hekimlere ulaşmak maalesef çok zor. Maddeciliğin ayyuka çıktığı bu dönemde maneviyata sahip çıkan kaç kişi kaldı ki?
Ruhunu Kaybetmiş Dünya
Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Hepimiz duymuşuzdur bu sözü. Evet her şey değişir zamanla. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler hatta çağlar da değişir. Yeni bir çağın gelmesiyle eskisinin hükmü kalkar. O çağa ayak uydurabilenler de büyür, semirir ve çağı yakalayabildiği nispette gelişir. Fakat gelişmek veya değişmek her zaman olumlu sonuçlanmaz. Nitekim şu an teknolojinin geldiği noktaya baktığımızda insan için vazgeçilmez olduğunu görüyoruz. Hatta birçok insanın hayatı ona bağlanmış durumda. Örneğin bitkisel hayatta yaşayan insanlar teknolojinin getirdiği imkanlar vasıtasıyla hayatta kalıyor. Bir nevi hayatını ona borçlular. Fakat bedenen hayatta olmak gerçekten yaşamak mıdır?
Teknolojinin bu kadar gelişmesiyle insanlığın daha sağlıklı, daha dinç, daha üretken ve akıllı olması gerekirdi. Fakat dönüp tarihe baktığımızda en karanlık çağlardan birini belki de tüm zamanların en karanlık çağını yaşıyoruz. İnsanların tüketim çılgınına döndüğü, ahlaksızlığın zirveye çıktığı, tembelliğin, düşüncesizliğin, bedensel ve ruhsal bitkinliğin hat safhada olduğu bir çağdayız. Çevre kirliliğinin en üst seviyelere çıktığı, doğanın her geçen gün geri dönmek için daha da geç olduğu bir serüvene doğru sürüklendiği, bitkilerin genetiklerinin değişmesiyle farklılıkların ortadan kalkmaya başladığı karanlık çağdayız.
Aslında çok yararlı amaçlar için kullanılabilecekken telefon, televizyon, internet, bilgisayar, araba, motor vs. birçok teknolojik gelişmenin çocuklarda, gençlerde ve dolayısıyla bütün insanlarda oluşturduğu kişilik ve davranış bozukluklarının her geçen gün arttığı bir dönemdeyiz. Saldırganlığın, umursamazlığın ve duygusuzluğun artmasıyla insanlığın yok olmaya yüz tuttuğu bir dönemdeyiz.
Evet insanlığın yok olduğu bir dönemdeyiz. Çünkü insanlık ahlak, kültür, toplum, bilinç, muhabbet ve sevgi gibi manevi değerlere bağlıdır. Onlarda hayat bulur. Gün geçtikçe maddeciliğe, akılcılığa dolayısıyla da kapitalizme meylederek bu değerlerimizden hızla uzaklaşıyoruz . Eğer teknolojiyi uçan balona benzetirsek bu kavramları, değerleri de yükselmemize engel olan kum çuvalına benzetebiliriz. Her bir kum çuvalını balondan attıkça daha da yükseğe çıkıyoruz. Garip olan tarafıysa bunu hangi manzarayı görmek için yaptığımız. Maalesef bu gidişle görmeyi beklediğimiz manzara hiç iç açıcı olmayacak gibi duruyor.
Hayatımıza Işık Tutanlar
Yukarıda çizdiğimiz karamsar tablo bir gerçekliğin resmi. Fakat bu sergiden kim bilir kaç resim geldi geçti. Çağlar boyunca herkes kendi resmini çizer. Herkesin resminden oluşan bütünlük de çağın resmini oluşturur. Peki resmin bir tarafı kötü diye resmi karalamak doğru olur mu?
Yaşadığımız çağın ne kadar karanlık olduğunu görüyoruz. Eğer önümüze ışık tutacak bir hekim bulamazsak bulunduğumuz çağın sorunlarını dahi göremeyebiliriz. Kendi dönemimizdeki hekimleri bulamamaktan şikayet edebiliriz. Ancak hekimler feraset sahibi oldukları için hayatta olmasa dahi ışıkları hala sönmemiş durumda. Onların sözleri ve hayatları bize hâlâ ışık tutuyor. Bize düşen de o ışığı takip edip doğru yolu bulmak. Ne demiş Konfüçyus “Karanlığa küfredeceğine bir mum da sen yak”. Mum yakmak elbette zor fakat mum olmak daha zor. Hz. Mevlana’nın dediği gibi “Mum olmak kolay değil, önce yanman gerek”.
Lokman Hekimin Nasihati
Bu zamana kadar pek çok kimsenin hayatını aydınlatmış Lokman (a.s.)’ın oğluna nasihatinin bizim hayatımıza da ışık tutması temennisiyle. Lokman (a.s.)’ın oğluna nasihati: